"Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu." - AYLAK ADAM.
Bu yazıda Türk Edebiyatı'nın önemli eserlerinden biri olan Aylak Adam'a değineceğim. Umarım bu yazı; okuyanlar için kitabı yeniden kafalarında canlandırma, hala okumamış olanlar içinse bir teşvik etme yazısı olur.
Öncelikle kitabın kapağından başlayalım sayın okur. Kitabın 'Varlık Yayınları'ndan çıkan ilk baskısında Yusuf Atılgan'ın, Ülkü Tamer tarafından çekilen fotoğrafı bulunmamakta, yakın zamanda aldığınız basımlarda ise bir meçhulü arayan gözlerle bakan Atılgan'ın fotoğrafı sizi kapakta karşılar. Bu fotoğrafın gizemli güzelliği birazda Ülkü Tamer'in perspektifi diye düşünüyorum. Öyle ki kitabın baş karakteri C.yi kitap boyunca hep kapaktaki adam gibi tasavvur edip bu sınırların dışına çıkmakta zorlanıyorsunuz.Bu kısasta fotoğrafın bağlayıcılığını güzelce ifade etmiştir diye umuyorum.
Kitap dört bölümden oluşmaktadır.
Kış; diye başlar Atılgan. Yalnızların ve aylakların ayı diye böyle başlamıştır büyük ihtimal. Baş kahramanımız C. aylaklık kelimesinin vücud bulmuş halinden başka biri değildir. Geçimini evlerinin kirasıyla, zamanını ise arkadaşının resim atölyesinde geçirmektedir. Öğleden sonraları bu atölyeye uğrar ve resmini çizmekte olan kişilerin gözlerine poz verir. Daha sonra ise bir sinema oyunu izlemeye gider. Aylaklığın temel esaslarını; boşa vakit geçirme ve para harcamayı harfiyen yerine getirir.
İlkyaz; diye devam eder Atılgan. Öğleden sonraları bir pastanede oturup etrafı inceler. Yayaları, araçları, lambaları, trafik polisini. Bu izlencenin bir anında ayrılmak üzere olan iki kız görür. Bu iki kız B. ve Gönül'den başkası değildir. Bunlardan birini takip eder. Bu kişi Gönül'dür. Bu C.nin ilk ve en büyük hatasıdır. Eğer Gönül'ü değil B.'yi takip etseydi; hayatı boyunca aradığı duru aşk için daha doğru bir hamle yapmış olacaktı. Tabii kurgusallık açısından yazar burada aranan kişiyi bir kuyuya atıp hikayeyi genişletmek adına Güler'i takip etse de, aslında kısacık hayatımız adına bizlere mesajı layıkıyla veriyor. Hep doğruları arıyoruz fakat bu doğruları ararken öyle yanlışlar yapıyoruz ki doğruya ulaştığımızda bu yanlışların yaralarını temizlemekle uğraşıyoruz. Sonra bu doğru yanlış döngüsü bizi kitaptaki şu söz gibi düşündürmeye başlıyor: "Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerde mi oluyordu?". Konudan fazla uzaklaşmadan Güler'i anlatalım birazda. Hayatındaki en büyük gayesi geniş bir ev, çocukları ve eşiyle geçireceği sıkıcı bir hayat olan öğrenci. C. ile yaşadıklarını B.'ye mektuplarla anlatır. C.'nin kendisini takip ettiği günlerden sonra onunla tanışır ve gezmeye başlarlar. Daha çok vakit geçirip, samimiyet yolunda büyük adımlar atarlar. Hatta bir yerde şöyle der C.;"Siz anlanamaz, sen anlanır. Bazı kitaplarda sizi seviyorum'u okuyunca gülerim. Sanki siz sevilebilirmiş! Sen sevilir, değil mi?". Daha sonraları ise Üsküdar'da yaşadıkları bir olay sonrası hem ilişkileri hem de hikayenin İlkyaz kısmı biter.
Yaz; Güler ile ayrılmasından sonra C. yaz tatili için Suadiye'de bir yer tutar. Gittiği bu yerde eski sevgilisi Ayşe ile karşılaşır. Onunla yeniden konuşmaya başlar. Ayşe ressamdır. Ama insan resimleri çizmez. Çünkü; "İnsanlardaki her duygu bir renktir.". C. ile klasik müzik dinler ve sahile indiklerinde en güzel resmi yapmaya çalışır. C. ile çoğunlukla güzel günler geçirir fakat C.'nin en sonunda onu bırakıp gideceğini içten içe hisseder. Bu sevgisizlik sarmalı Ayşe'nin sözlüğünden C.'nin duygularına şöyle yansıyacaktır:"23 Temmuz.Onu seviyorum." / "Beni sevseydin o günün 23 Temmuz olduğunu bilmezdin." C. bu süreçte Ayşe'ye tüm hayatını; babasının nasıl bir insan olduğunu, teyzesini, niye çoğu zaman kulağını kaşıdığını anlatır. Daha sonra ise bu yakınlık Ayşe'nin bırakıp gideceği bir notla biter. Ayrılık olayı C.'yi üzmez bunda kolej yıllarında yaptığı bokstan dolayı yediği sağlam darbelerin etkisi büyüktür diye düşünüyorum. Sonra C. yaptığı tatilden yeniden yalnızlık semtine döner.
Güz; Artık C. için B.yi bulmak totemsel bir çark işletir. İlk gittiği pastaneye gider ve onu arar. Yollarda,tramvaylarda,kaldırımlarda. Şöyle düşünüp rahatlamaya çalışır: "Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi."Ama gelgelelim hedefine ilk başta bir türlü ulaşamaz. Gittiği pastanede atölyeden arkadaşı Sami ile karşılaşır. Sami ile biraz içip arkadaşları Kemal'in evine atarlar kendilerini. Kemal ise C. ve Sami'ye evlilik arifesinde olduğunu ve evleneceği kızın da ressam olduğunu söyler. Kemal'in tasvirlerine göre oluşan sima ise Ayşe'den başkası değildir. C.'nin yerinde olmak istemeyen milyarlarca erkek vardır o an için, C. dahil. Sonra C. yine o pastaneye gider. Oturur ve dışarıyı izler. Tam o sırada B. dükkanın içine bakar. C. aradığı kişiyi bulmuştur ve arkasından koşmaya başlar. B.'de otobüse yetişmek için koşmaktadır ve otobüse atlayıp uzaklaşır. Bu sefer kaybetmek istemeyen C. ise yetişmeye çalışırken kavga çıkartır ve birkez daha B.'ye geç kalır.
Kitaptaki karakterlerin isimlerinden bazılarının isminin olmaması bence iyi bir argüman şöyle ki; C. ilk önce Ayşe ile bir ilişki yaşıyor. A ve C kısacası. Ayşe, B. ve C.'yi; alfabetik sırada A ve B'den sonra C geliyor. Bence gerçek hayattaki ilişki mantığınıda düşünürsek; aşk insana kendisini bulduruyor, buldurmalıda. Ve böyle oluncada sıralama dışındaki bir Güler ise zaman kaybından fazlası olamıyor.-İsmi A ile başlayan Aylak Adamlara selam olsun buradan.-
Son olarak girişte değindiğim Ülkü Tamer'i daha yakından tanımak adına Cemal Süreya'ya yazdığı dizeleri paylaşmak istiyorum.
"Tanrı
Bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece Cemal’i,
Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı."
Okuduğunuz ve vakit ayırdığınız için teşekkürler.